Author: | Osman Nuri Topbaş | ISBN: | 9786053021339 |
Publisher: | Erkam Yayınları | Publication: | January 1, 2001 |
Imprint: | Language: | Turkish |
Author: | Osman Nuri Topbaş |
ISBN: | 9786053021339 |
Publisher: | Erkam Yayınları |
Publication: | January 1, 2001 |
Imprint: | |
Language: | Turkish |
Osman Gazi ve nesli gibi diğergâm, gönül eri ve kendisini cenab-ı hakka adayan abide insanlara sahipsen,
Tebaasıyla mahkemeye çıkarak bütün dünyaya örnek bir adalet anlayışı tevzi eden bir Fatih'in varsa,
Hazret-i Mevlanalar, Yunuslar ve Hüdâiler gibi yüreklerini dergâh yapan gönül erlerin ve onlardan feyz alarak izlerini takip eden güzel insanların varsa,
Bir karıncanın hukukunu düşünen Kanuni Sultan Süleyman'ın varsa,
Sinesî Kur'an'la dolmuş analar, arslan yürekli yiğitler doğuruyorsa,
Dünya, senin gözünde küçülmüş, âhiret saadeti ve Allah rızası bir ideal haline gelmişse;
Sen Büyük Milletsin!..
Önsöz
Biz âciz kullarını îman nîmetiyle şereflendiren Allâh Teâlâ’ya hamd ü senâlar olsun!
İnsanlığı zulüm ve cehâlet karanlıklarından kurtarıp İslâm’ın nurlu iklîmine kavuşturmaya vesîle olan kâinâtın Fahr-i Ebedî’sine salât ü selâm olsun!
Bu mübârek ve cennet vatanı, canları pahasına bizlere hediye eden azîz şehidlerimizin ruhları şâd olsun!
Milletler belli bir coğrafya diliminde ömürlerini sürdürürken asıl hayatlarını, kökleri olan mânevî dinamikleri ile devâm ettirirler. Bu târihî kökler, geçmişteki bütün maddî ve mânevî değerler manzûmesi, zaferler silsilesi, âbide şahsiyetler gibi millet gövdesini omuzlarında taşıyan temel köklerdir. Öyle ki bütün dallar, ancak bu köklerden beslendikçe yaşar, çiçeklenir ve meyvelenir.
Dolayısıyla millet ağacının canlılık emâresi, dallarında müşâhede edilir. Çünkü kök ve gövdedeki bütün faâliyet, dalların yapraklanması, çiçeklenmesi ve meyve vermesi içindir. Bu gâyeyle devamlı olarak millet ağacı, kökleri ve gövdesiyle birlikte dallara enerji sevkiyâtı yapar durur. Çünkü bu dallar, o milletin yarınlarını oluşturacak olan yeni nesli, yâni gençleridir.
Bu gerçekten hareketle bir milletin istikbâlini görmek, kerâmet değildir. Sadece onun genç nesillerine bakmak kâfîdir. Çünkü her devrin gençliği, kendi karakterine uygun, enerjisini harcayabileceği ayrı bir heyecan âleminde yaşar. Eğer bir millette gençler; güçlerini ilim, irfan, mâneviyat, hayır ve fazîlet yollarına sarf ediyorlarsa, o millet, istikbâl va’deden bir millet demektir. Bunun aksine, gençler, güç ve enerjilerini süflî arzulara, eğlenceye, kaba kuvvete esir ve râm ediyorlarsa, âkıbet hüsran ve hezîmettir.
Bunun içindir ki târihten beri ayakta kalabilmiş bütün milletler, gençlerini yönlendirme husûsunda tecrübeli davranan milletlerdir. Millî ve mânevî değerleri konusunda milletler, genç nesillerini, bilhassa târih şuuruyla devamlı olarak zinde tutarlar. Bilirler ki geçmişin köklerinden beslenmeyen dalların geleceği, ancak kurumak ve kaybolmaktır. Onun için Almanlar, daha eğitimin başlangıcında iken gençlerine, kurşunlanan şehirlerini ve yanan ormanlarını; Japonlar ise, atom bombalarının buharlaştırdığı şehirlerini gösterip mâzîde yaşadıkları acı felâketleri hatırlatırlar. Veya bunun aksine millî birlik ve beraberlikleri sâyesinde kazandıkları zaferleri sermâye edinerek genç nesillerinin heyecanlarını geliştirmeye çalışırlar.
Milletlerin işte böyle büyük gâyelerle yaslandığı millî iftihar ve ibret tablolarına, bizler ise, diğer milletlere hiç nasîb olmadığı ölçüde fazlasıyla sâhip bulunmaktayız. Bir yanda İstanbul Fethi, bir yanda haçlılar karşısında kazandığımız büyük zaferler, bir yanda yirmi dört milyon kilometrekareye taşan aşk ve fetih sancaklarımız, bir yanda maddî gücümüzün olmadığı bir dönemde dünyâ devlerini devirdiğimiz Çanakkale Muhârebeleri ve İstiklâl Harbi… Sadece bunları bile lâyıkıyla ve doğru bir şekilde okumak ve anlamak, bu hususta kâfî bir misâl teşkil eder.
Lâkin onca eşsiz târih ve kültür hazînemize rağmen, târihî köklerimizden lâyıkıyla istifâde edemezsek, üstelik hayırsız bir mîrasyedi edâsıyla geçmişimize sırt dönme gaflet ve umursamazlığına düşersek, hazin neticelere dûçâr oluruz. Günümüzde dehşetli bir hızla yayılan kültür ve medeniyet istîlâsına karşı ne direnecek ne de bir varlık gösterebilecek tâkatimiz kalır. Hele millî ve mânevî değerlerimiz talan edilirken sessizce ve kayıtsızca seyretmek, emânetin elden çıkmasıyla neticelenebilecek dehşet verici bir gaflettir.
Uğrunda nice canlar verilerek elde edilen emânetleri muhâfaza için bugün lâyıkıyla gayret gösterelim ki, yarın o ağır bedelleri tekrar ödemek mecbûriyetinde kalmayalım. Târihî bir hakîkattir ki, korunmayan emânetler elden çıkmış ve ona lâyık olununcaya kadar da elde edilememiştir. Millî şairimiz M. Âkif’in şu beyti bu gerçeğin ifadesidir:
Sâhipsiz olan memleketin batması haktır,
Sen sâhip olursan bu vatan batmayacaktır…
Unutmamak gerekir ki târih, hâfıza-yı millettir, millî tecrübeler mecmuasıdır. Bu yüzden mâzinin bittiği yerde, millet biter, insan biter, iz’an biter. Çünkü millet, bir bakıma târihinden ibârettir. Onu mânevî değerlerinden ve târih şuurundan uzaklaştırırsanız, geriye insan sürüsü kalır.
Bu itibarla mâzinin devrettiği unsurların zenginliği nisbetinde yeni eserler ve yeni nesiller canlı ve devamlı olur. Milletlerin bekâsı; hassas, duygulu ve mânen seviyeli bir kalbe sâhip olan nesiller yetiştirmekle mümkündür. Çocuklarına, târihini ve Çanakkale destânını ninni yapan nesiller, îmânına, milletine ve bütün maddî ve mânevî değerlerine sâhip çıkacaktır.
Bu sâhip çıkışla târih boyunca milletimiz, ilim, irfan, ahlâk, fazîlet ve sanatta müstesnâ bir mevkiye nail olmuştur. Buna da bütün cihan şâhittir. Kahraman ve fazîletli ecdat, her sahada destanlar yazan bir millet olmanın maddî ve mânevî husûsiyetlerini en güzel şekilde sergileyerek, bunu târihin altın sahifelerine de tescil ettirmişlerdir.
Bu gerçeklerden hareketle yeni nesle târih şuurunu doğru ve tam olarak verebilmek, hayâtî derecede mühim vazifelerimizdendir. Aksi hâlde gençlik, muazzam bir hazînenin üzerinde zavallı bir dilenci gibi yaşamaya mahkûm olur. Nitekim yabancı kültür, var kuvvetiyle böyle bir hissiyâtı gençlerimize aşılamakta ve üstelik yeni neslimizin taptaze dimağlarını kabul edilemez bir aşağılık kompleksi ile kasıtlı emellerine karşı hayran bir ruh esiri gibi yetiştirmeye gayret sarf etmektedir. Bu acı gerçeği görmek için çevremize dikkatli bakmaya bile gerek yok. Onca târihî zenginliğimize rağmen kendisini son derecede fakir hisseden ve hattâ düşmanına bile muhtaç bir zavallı farz eden fikir ve kalb âmâlarının sayısı az değildir.
Bu bakımdan gençliğimiz için en mühim meselelerden biri de, târihî zenginliğimizi ve şerefli mevkîmizi fark etmek. Neler yapabildiğimizi görüp neler yapabileceğimizi kavramak. Hangi göz kamaştırıcı başarılara ve şahsiyetlere sâhip olduğumuzu müşâhede edip daha nice muvaffakıyetler sergileyebileceğimizi ve nice âbide şahsiyetler yetiştirebileceğimizi idrâk etmek.
İşte buna vesîle olması niyet ve azmi ile bizler de âcizâne, karınca kararınca faydalı olabilmek için küçük bir eser hazırladık. Şanlı milletimizin ve bilhassa gençliğimizin mânevî duygularının ve târih şuurunun inkişâfına bir nebze de olsa hizmette bulunma yolunda kaleme aldığımız bazı yazılarımızı bir araya topladık. Okumayı kolaylaştırması ve hissiyâtı daha ziyâde beslemesi gâyesiyle de hikâye üslûbu içerisinde bir anlatım metodu tâkip ettik. Genç bir delikanlıya «târihe yolculuk» yaptırdık. Bu yolculukta delikanlı, başta Osman Gâzî olmak üzere bazı Osmanlı sultanlarını, evliyâullâhı, ulemâyı, şühedâyı «Târih Baba» ile birlikte ziyaret etti. Elinizdeki kitap, işte bu ziyaretler neticesinde delikanlıda oluşan intibâ, heyecan ve târih şuurunun, velhâsıl aşk ile yaşanan bir îmânın tercümanı oldu.
Hâsılı, şunu iyi idrâk etmeliyiz ki, atalarımızın mukaddes emâneti olan din, dil, târih ve kültür mîrâsına lâyıkıyla sâhip olabilmek, sadece harâbe hâline gelmiş olan maddî eserlerin tâmirinden ibâret değildir. Aslolan, o rûh, heyecan ve medeniyetin canlandırılması ve müstakbel nesillere intikâlidir.
Ne mutlu, mâzîmizin ibret ve fazîlet levhalarını doğru okuyup, kendileri için en mühim zirveleri hedefleyerek milletimizin müstakbel kaderinde hayırlı hizmetlere namzet olan, kökleri mâzîye, dalları istikbâle uzanan, kadirşinas, asil ve genç nesillere…
Allâh’ım! Millet ağacımızın taze dalları olan genç neslimizi târihî köklerimizdeki şan ve şeref hasletlerine lâyık meyvelerle bereketlendir! Aslına lâyık bir nesil eyle! Geleceğimizi geçmişimiz gibi parlak, muhteşem ve münevver eyle! Bu cennet vatanımızı, cennet ehli bir nesille kıyâmete dek muammer eyle!
Âmîn!..
(Tanıtım Bülteninden)
Osman Gazi ve nesli gibi diğergâm, gönül eri ve kendisini cenab-ı hakka adayan abide insanlara sahipsen,
Tebaasıyla mahkemeye çıkarak bütün dünyaya örnek bir adalet anlayışı tevzi eden bir Fatih'in varsa,
Hazret-i Mevlanalar, Yunuslar ve Hüdâiler gibi yüreklerini dergâh yapan gönül erlerin ve onlardan feyz alarak izlerini takip eden güzel insanların varsa,
Bir karıncanın hukukunu düşünen Kanuni Sultan Süleyman'ın varsa,
Sinesî Kur'an'la dolmuş analar, arslan yürekli yiğitler doğuruyorsa,
Dünya, senin gözünde küçülmüş, âhiret saadeti ve Allah rızası bir ideal haline gelmişse;
Sen Büyük Milletsin!..
Önsöz
Biz âciz kullarını îman nîmetiyle şereflendiren Allâh Teâlâ’ya hamd ü senâlar olsun!
İnsanlığı zulüm ve cehâlet karanlıklarından kurtarıp İslâm’ın nurlu iklîmine kavuşturmaya vesîle olan kâinâtın Fahr-i Ebedî’sine salât ü selâm olsun!
Bu mübârek ve cennet vatanı, canları pahasına bizlere hediye eden azîz şehidlerimizin ruhları şâd olsun!
Milletler belli bir coğrafya diliminde ömürlerini sürdürürken asıl hayatlarını, kökleri olan mânevî dinamikleri ile devâm ettirirler. Bu târihî kökler, geçmişteki bütün maddî ve mânevî değerler manzûmesi, zaferler silsilesi, âbide şahsiyetler gibi millet gövdesini omuzlarında taşıyan temel köklerdir. Öyle ki bütün dallar, ancak bu köklerden beslendikçe yaşar, çiçeklenir ve meyvelenir.
Dolayısıyla millet ağacının canlılık emâresi, dallarında müşâhede edilir. Çünkü kök ve gövdedeki bütün faâliyet, dalların yapraklanması, çiçeklenmesi ve meyve vermesi içindir. Bu gâyeyle devamlı olarak millet ağacı, kökleri ve gövdesiyle birlikte dallara enerji sevkiyâtı yapar durur. Çünkü bu dallar, o milletin yarınlarını oluşturacak olan yeni nesli, yâni gençleridir.
Bu gerçekten hareketle bir milletin istikbâlini görmek, kerâmet değildir. Sadece onun genç nesillerine bakmak kâfîdir. Çünkü her devrin gençliği, kendi karakterine uygun, enerjisini harcayabileceği ayrı bir heyecan âleminde yaşar. Eğer bir millette gençler; güçlerini ilim, irfan, mâneviyat, hayır ve fazîlet yollarına sarf ediyorlarsa, o millet, istikbâl va’deden bir millet demektir. Bunun aksine, gençler, güç ve enerjilerini süflî arzulara, eğlenceye, kaba kuvvete esir ve râm ediyorlarsa, âkıbet hüsran ve hezîmettir.
Bunun içindir ki târihten beri ayakta kalabilmiş bütün milletler, gençlerini yönlendirme husûsunda tecrübeli davranan milletlerdir. Millî ve mânevî değerleri konusunda milletler, genç nesillerini, bilhassa târih şuuruyla devamlı olarak zinde tutarlar. Bilirler ki geçmişin köklerinden beslenmeyen dalların geleceği, ancak kurumak ve kaybolmaktır. Onun için Almanlar, daha eğitimin başlangıcında iken gençlerine, kurşunlanan şehirlerini ve yanan ormanlarını; Japonlar ise, atom bombalarının buharlaştırdığı şehirlerini gösterip mâzîde yaşadıkları acı felâketleri hatırlatırlar. Veya bunun aksine millî birlik ve beraberlikleri sâyesinde kazandıkları zaferleri sermâye edinerek genç nesillerinin heyecanlarını geliştirmeye çalışırlar.
Milletlerin işte böyle büyük gâyelerle yaslandığı millî iftihar ve ibret tablolarına, bizler ise, diğer milletlere hiç nasîb olmadığı ölçüde fazlasıyla sâhip bulunmaktayız. Bir yanda İstanbul Fethi, bir yanda haçlılar karşısında kazandığımız büyük zaferler, bir yanda yirmi dört milyon kilometrekareye taşan aşk ve fetih sancaklarımız, bir yanda maddî gücümüzün olmadığı bir dönemde dünyâ devlerini devirdiğimiz Çanakkale Muhârebeleri ve İstiklâl Harbi… Sadece bunları bile lâyıkıyla ve doğru bir şekilde okumak ve anlamak, bu hususta kâfî bir misâl teşkil eder.
Lâkin onca eşsiz târih ve kültür hazînemize rağmen, târihî köklerimizden lâyıkıyla istifâde edemezsek, üstelik hayırsız bir mîrasyedi edâsıyla geçmişimize sırt dönme gaflet ve umursamazlığına düşersek, hazin neticelere dûçâr oluruz. Günümüzde dehşetli bir hızla yayılan kültür ve medeniyet istîlâsına karşı ne direnecek ne de bir varlık gösterebilecek tâkatimiz kalır. Hele millî ve mânevî değerlerimiz talan edilirken sessizce ve kayıtsızca seyretmek, emânetin elden çıkmasıyla neticelenebilecek dehşet verici bir gaflettir.
Uğrunda nice canlar verilerek elde edilen emânetleri muhâfaza için bugün lâyıkıyla gayret gösterelim ki, yarın o ağır bedelleri tekrar ödemek mecbûriyetinde kalmayalım. Târihî bir hakîkattir ki, korunmayan emânetler elden çıkmış ve ona lâyık olununcaya kadar da elde edilememiştir. Millî şairimiz M. Âkif’in şu beyti bu gerçeğin ifadesidir:
Sâhipsiz olan memleketin batması haktır,
Sen sâhip olursan bu vatan batmayacaktır…
Unutmamak gerekir ki târih, hâfıza-yı millettir, millî tecrübeler mecmuasıdır. Bu yüzden mâzinin bittiği yerde, millet biter, insan biter, iz’an biter. Çünkü millet, bir bakıma târihinden ibârettir. Onu mânevî değerlerinden ve târih şuurundan uzaklaştırırsanız, geriye insan sürüsü kalır.
Bu itibarla mâzinin devrettiği unsurların zenginliği nisbetinde yeni eserler ve yeni nesiller canlı ve devamlı olur. Milletlerin bekâsı; hassas, duygulu ve mânen seviyeli bir kalbe sâhip olan nesiller yetiştirmekle mümkündür. Çocuklarına, târihini ve Çanakkale destânını ninni yapan nesiller, îmânına, milletine ve bütün maddî ve mânevî değerlerine sâhip çıkacaktır.
Bu sâhip çıkışla târih boyunca milletimiz, ilim, irfan, ahlâk, fazîlet ve sanatta müstesnâ bir mevkiye nail olmuştur. Buna da bütün cihan şâhittir. Kahraman ve fazîletli ecdat, her sahada destanlar yazan bir millet olmanın maddî ve mânevî husûsiyetlerini en güzel şekilde sergileyerek, bunu târihin altın sahifelerine de tescil ettirmişlerdir.
Bu gerçeklerden hareketle yeni nesle târih şuurunu doğru ve tam olarak verebilmek, hayâtî derecede mühim vazifelerimizdendir. Aksi hâlde gençlik, muazzam bir hazînenin üzerinde zavallı bir dilenci gibi yaşamaya mahkûm olur. Nitekim yabancı kültür, var kuvvetiyle böyle bir hissiyâtı gençlerimize aşılamakta ve üstelik yeni neslimizin taptaze dimağlarını kabul edilemez bir aşağılık kompleksi ile kasıtlı emellerine karşı hayran bir ruh esiri gibi yetiştirmeye gayret sarf etmektedir. Bu acı gerçeği görmek için çevremize dikkatli bakmaya bile gerek yok. Onca târihî zenginliğimize rağmen kendisini son derecede fakir hisseden ve hattâ düşmanına bile muhtaç bir zavallı farz eden fikir ve kalb âmâlarının sayısı az değildir.
Bu bakımdan gençliğimiz için en mühim meselelerden biri de, târihî zenginliğimizi ve şerefli mevkîmizi fark etmek. Neler yapabildiğimizi görüp neler yapabileceğimizi kavramak. Hangi göz kamaştırıcı başarılara ve şahsiyetlere sâhip olduğumuzu müşâhede edip daha nice muvaffakıyetler sergileyebileceğimizi ve nice âbide şahsiyetler yetiştirebileceğimizi idrâk etmek.
İşte buna vesîle olması niyet ve azmi ile bizler de âcizâne, karınca kararınca faydalı olabilmek için küçük bir eser hazırladık. Şanlı milletimizin ve bilhassa gençliğimizin mânevî duygularının ve târih şuurunun inkişâfına bir nebze de olsa hizmette bulunma yolunda kaleme aldığımız bazı yazılarımızı bir araya topladık. Okumayı kolaylaştırması ve hissiyâtı daha ziyâde beslemesi gâyesiyle de hikâye üslûbu içerisinde bir anlatım metodu tâkip ettik. Genç bir delikanlıya «târihe yolculuk» yaptırdık. Bu yolculukta delikanlı, başta Osman Gâzî olmak üzere bazı Osmanlı sultanlarını, evliyâullâhı, ulemâyı, şühedâyı «Târih Baba» ile birlikte ziyaret etti. Elinizdeki kitap, işte bu ziyaretler neticesinde delikanlıda oluşan intibâ, heyecan ve târih şuurunun, velhâsıl aşk ile yaşanan bir îmânın tercümanı oldu.
Hâsılı, şunu iyi idrâk etmeliyiz ki, atalarımızın mukaddes emâneti olan din, dil, târih ve kültür mîrâsına lâyıkıyla sâhip olabilmek, sadece harâbe hâline gelmiş olan maddî eserlerin tâmirinden ibâret değildir. Aslolan, o rûh, heyecan ve medeniyetin canlandırılması ve müstakbel nesillere intikâlidir.
Ne mutlu, mâzîmizin ibret ve fazîlet levhalarını doğru okuyup, kendileri için en mühim zirveleri hedefleyerek milletimizin müstakbel kaderinde hayırlı hizmetlere namzet olan, kökleri mâzîye, dalları istikbâle uzanan, kadirşinas, asil ve genç nesillere…
Allâh’ım! Millet ağacımızın taze dalları olan genç neslimizi târihî köklerimizdeki şan ve şeref hasletlerine lâyık meyvelerle bereketlendir! Aslına lâyık bir nesil eyle! Geleceğimizi geçmişimiz gibi parlak, muhteşem ve münevver eyle! Bu cennet vatanımızı, cennet ehli bir nesille kıyâmete dek muammer eyle!
Âmîn!..
(Tanıtım Bülteninden)