Author: | Necib Geylani | ISBN: | 9789944839969 |
Publisher: | Erkam Yayınları | Publication: | January 1, 2001 |
Imprint: | Language: | Turkish |
Author: | Necib Geylani |
ISBN: | 9789944839969 |
Publisher: | Erkam Yayınları |
Publication: | January 1, 2001 |
Imprint: | |
Language: | Turkish |
Bir hayat nizamının büyüklüğü, o nizamı benimseyenlerin vicdanlarında bıraktığı tesirlerin ve itirafların incelenmesiyle anlaşılır. İnsanların hayat düzenlerine yol ve yön veren sistemleri incelediğimizde şöyle bir soruyu da ilâve etmemiz lâzımdır: Bu sistem, benimseyenlerinden, savunmasını yapanlardan kaç kişiyi mutlu edebilmiş, karanlık, ümidsiz, karmaşık dünyalarından kurtarıp aydınlık bir hayata kavuşturabilmiştir? İşte bu soruya Müslümanlıktan başka yüz akıyla cevap verecek hiçbir sistem görülmemiştir. Müslümanlık, geldiği günden bu güne kadar milyarlarca insanı mutlu etmiş, toplumun hangi kesiminde, hangi seviyesinde olursa olsun daima en iyiye ve en güzele kavuşturmuştur. Bu gerçeğin yetişen nesillere anlatılması en büyük vazifemizdir. Bu anlatımda da yaşanan hayatın gerçeklerinden hareket ederek toplumun bütün sahalarında insanlığın içinde kıvrandığı buhran sebebleri, eğilimleri, tesirleri incelenerek canlı bir tablo halinde sunulmalıdır. Bu eseriyle muhterem müellif bunu yapmıştır. İslâm Peygamberi Hazret-i Muhammed -aleyhisselâm-’ın Allah’tan getirdiği ve bütün insanlığa sunduğu mukaddes çağrı acaba toplumun her seviyedeki insanına nasıl tesir etti? Bu çağrıyı kabul edenlerin ve etmeyenlerin vicdanlarında ne gibi akisler yaptı? Onlara şefkatli elini uzattığında nereden kurtarıp nereye ulaştırdı? İşte bunların iyi incelenip anlaşılması İslâm’ın anlaşılmasıdır. Muhterem müellif bu eseriyle «Bir tarih olayını en güzel anlatma» sahasında açılan yarışmada birincilik kazanmış, hikâye türünün Arapça’da en güzel örneklerinden birini ortaya kovmuştur. Eser, Rasûlullah’ın ashabının en son sırasında yerini alan Vahşi’yi konu alıyor. Burada, okununca görüleceği gibi esas konu Rasûlullah ve getirdiği çağrıdır. Eseri okurken her bölümde saadet asrının bir safhasını yaşayacak, Müslümanlığın büyüklüğünü, insanlığın vicdanındaki tesir kudretini elle tutulur şekilde hissedeceksiniz. Allah’a dönmekten ve O’nun yolunda olmanın mutluluğunu duymaktan başka hiçbir şeyin insanı huzura kavuşturmaya yeterli olmadığını göreceksiniz. –Mesela Vahşi gibi– hürriyete kavuşmayı kendilerine en büyük mesele yapıp, bir zaman sonra istemedikleri kadar serbestliğe nail olanların; mal, mülk ve servetlerinin hesabını bilmeyenlerin refahın, maddî imkânların zirvelerinde dolaşanların ardı arkası kesilmez şikâyetlerini, pek çoklarına intihar etmeyi düşündüren buhranlarını birkaç dakika dinlediğimizde bu gerçeği daha iyi anlayabiliriz. Çünkü insanın yaratılış gayesi ve mutluluk sebepleri bunların hiçbiri değildir. İnsan, Allah’a ne kadar yakınsa, O’nun kendisine gönderdiklerini ne kadar anlayabiliyorsa, sahip olduğu imkânları Allah yolunda ne kadar kullanabiliyorsa o kadar mutludur, o kadar huzurludur. Rum’dan gelen Suheyb, İran’dan gelen Selman, Habeşe’den gelen Bilâl, Rasûlullah âşığı Sevban, Mekke’de bütün mallarını terkedip Allah’a ve Rasûlüne hicret eden muhacirîn, Suffa’nın nûrânî insanları Son Peygamber’in çevresinde aynı mutluluğu, aynı heyecanı, aynı sevinci paylaşıyorlardı. Bunlar, maddî imkânsızlıkların en acısı içinde mutluluğun en tatlısını yaşarlarken, Mekke’de koyu müşriklerden meselâ Safvan bin Ümeyye, samimi arkadaşı İkrime’ye şunu itiraf ediyordu: «Biz daha neyi isteyip neyi istemeyeceğimizi bilmiyoruz. Herşeyimiz ve düşüncelerimiz karmakarışık. Fakat Muhammed’in adamları böyle değil. Her şeyin ve her olayın onlar yanında belirli bir ölçüsü var. Hangi hadiseyi nasıl değerlendireceklerini çok iyi biliyorlar. Bizim için hezimetten başka bir şey olmayan Hudeybiye Anlaşması’na zafer dedik. Halbuki zafer Muhammed’indi!» Vahşi, kölelik devrinde dayanılmaz işkencelerden, hürriyet devrinde korkunç buhranlardan, dünya durdukça unutulmayacak büyük cinayetler işledikten sonra iyi bir arkadaşının tesiriyle nice uğraşmalar neticesinde kararını vererek Allah ve Rasûlüne îmân etti ve Müslüman kardeşleri arasındaki yerini aldı. Allah, Vahşi’nin Müslüman olmadan önceki günahlarını affetti. Fakat Vahşi kendisini affetmedi. Allah ve Rasûlü’nün huzurunda daima günahlarının mahcubiyetini duydu ve ateşli bir mücahid olarak Hâlid’lerin, Sâlim’lerin, Ebu Huzeyfe’lerin safında Allah’ın düşmanlarına karşı savaştı. İşte Müslümanlık, insanları insanlığa faydalı, şerefli, haysiyetli, iç huzuruna sahip, daima Allah yolunda çalışan unsurlar haline getirmek için gelmiştir. Dünün, bugünün ve yarının her geçen gün daha çok beliren ve âbideleşen gerçeği şu olmuş ve olacaktır: Bir insan, Müslümanlığın kutsal prensiplerini ne kadar yaşayıp Allah yolunda ve insanlığın hayrına çalışabiliyorsa o kadar mutludur. Allah’a inanmak ve Müslümanlığı Hazret-i Muhammed -aleyhisselâm-’ın öğrettiği şekilde yaşamak bir insanın nail olabileceği nimetlerin hiç şüphesiz en büyüğüdür. Başarıya ulaştıran ancak Allah’tır. -Ali Hüsrevoğlu- (Tanıtım Bülteninden)
Bir hayat nizamının büyüklüğü, o nizamı benimseyenlerin vicdanlarında bıraktığı tesirlerin ve itirafların incelenmesiyle anlaşılır. İnsanların hayat düzenlerine yol ve yön veren sistemleri incelediğimizde şöyle bir soruyu da ilâve etmemiz lâzımdır: Bu sistem, benimseyenlerinden, savunmasını yapanlardan kaç kişiyi mutlu edebilmiş, karanlık, ümidsiz, karmaşık dünyalarından kurtarıp aydınlık bir hayata kavuşturabilmiştir? İşte bu soruya Müslümanlıktan başka yüz akıyla cevap verecek hiçbir sistem görülmemiştir. Müslümanlık, geldiği günden bu güne kadar milyarlarca insanı mutlu etmiş, toplumun hangi kesiminde, hangi seviyesinde olursa olsun daima en iyiye ve en güzele kavuşturmuştur. Bu gerçeğin yetişen nesillere anlatılması en büyük vazifemizdir. Bu anlatımda da yaşanan hayatın gerçeklerinden hareket ederek toplumun bütün sahalarında insanlığın içinde kıvrandığı buhran sebebleri, eğilimleri, tesirleri incelenerek canlı bir tablo halinde sunulmalıdır. Bu eseriyle muhterem müellif bunu yapmıştır. İslâm Peygamberi Hazret-i Muhammed -aleyhisselâm-’ın Allah’tan getirdiği ve bütün insanlığa sunduğu mukaddes çağrı acaba toplumun her seviyedeki insanına nasıl tesir etti? Bu çağrıyı kabul edenlerin ve etmeyenlerin vicdanlarında ne gibi akisler yaptı? Onlara şefkatli elini uzattığında nereden kurtarıp nereye ulaştırdı? İşte bunların iyi incelenip anlaşılması İslâm’ın anlaşılmasıdır. Muhterem müellif bu eseriyle «Bir tarih olayını en güzel anlatma» sahasında açılan yarışmada birincilik kazanmış, hikâye türünün Arapça’da en güzel örneklerinden birini ortaya kovmuştur. Eser, Rasûlullah’ın ashabının en son sırasında yerini alan Vahşi’yi konu alıyor. Burada, okununca görüleceği gibi esas konu Rasûlullah ve getirdiği çağrıdır. Eseri okurken her bölümde saadet asrının bir safhasını yaşayacak, Müslümanlığın büyüklüğünü, insanlığın vicdanındaki tesir kudretini elle tutulur şekilde hissedeceksiniz. Allah’a dönmekten ve O’nun yolunda olmanın mutluluğunu duymaktan başka hiçbir şeyin insanı huzura kavuşturmaya yeterli olmadığını göreceksiniz. –Mesela Vahşi gibi– hürriyete kavuşmayı kendilerine en büyük mesele yapıp, bir zaman sonra istemedikleri kadar serbestliğe nail olanların; mal, mülk ve servetlerinin hesabını bilmeyenlerin refahın, maddî imkânların zirvelerinde dolaşanların ardı arkası kesilmez şikâyetlerini, pek çoklarına intihar etmeyi düşündüren buhranlarını birkaç dakika dinlediğimizde bu gerçeği daha iyi anlayabiliriz. Çünkü insanın yaratılış gayesi ve mutluluk sebepleri bunların hiçbiri değildir. İnsan, Allah’a ne kadar yakınsa, O’nun kendisine gönderdiklerini ne kadar anlayabiliyorsa, sahip olduğu imkânları Allah yolunda ne kadar kullanabiliyorsa o kadar mutludur, o kadar huzurludur. Rum’dan gelen Suheyb, İran’dan gelen Selman, Habeşe’den gelen Bilâl, Rasûlullah âşığı Sevban, Mekke’de bütün mallarını terkedip Allah’a ve Rasûlüne hicret eden muhacirîn, Suffa’nın nûrânî insanları Son Peygamber’in çevresinde aynı mutluluğu, aynı heyecanı, aynı sevinci paylaşıyorlardı. Bunlar, maddî imkânsızlıkların en acısı içinde mutluluğun en tatlısını yaşarlarken, Mekke’de koyu müşriklerden meselâ Safvan bin Ümeyye, samimi arkadaşı İkrime’ye şunu itiraf ediyordu: «Biz daha neyi isteyip neyi istemeyeceğimizi bilmiyoruz. Herşeyimiz ve düşüncelerimiz karmakarışık. Fakat Muhammed’in adamları böyle değil. Her şeyin ve her olayın onlar yanında belirli bir ölçüsü var. Hangi hadiseyi nasıl değerlendireceklerini çok iyi biliyorlar. Bizim için hezimetten başka bir şey olmayan Hudeybiye Anlaşması’na zafer dedik. Halbuki zafer Muhammed’indi!» Vahşi, kölelik devrinde dayanılmaz işkencelerden, hürriyet devrinde korkunç buhranlardan, dünya durdukça unutulmayacak büyük cinayetler işledikten sonra iyi bir arkadaşının tesiriyle nice uğraşmalar neticesinde kararını vererek Allah ve Rasûlüne îmân etti ve Müslüman kardeşleri arasındaki yerini aldı. Allah, Vahşi’nin Müslüman olmadan önceki günahlarını affetti. Fakat Vahşi kendisini affetmedi. Allah ve Rasûlü’nün huzurunda daima günahlarının mahcubiyetini duydu ve ateşli bir mücahid olarak Hâlid’lerin, Sâlim’lerin, Ebu Huzeyfe’lerin safında Allah’ın düşmanlarına karşı savaştı. İşte Müslümanlık, insanları insanlığa faydalı, şerefli, haysiyetli, iç huzuruna sahip, daima Allah yolunda çalışan unsurlar haline getirmek için gelmiştir. Dünün, bugünün ve yarının her geçen gün daha çok beliren ve âbideleşen gerçeği şu olmuş ve olacaktır: Bir insan, Müslümanlığın kutsal prensiplerini ne kadar yaşayıp Allah yolunda ve insanlığın hayrına çalışabiliyorsa o kadar mutludur. Allah’a inanmak ve Müslümanlığı Hazret-i Muhammed -aleyhisselâm-’ın öğrettiği şekilde yaşamak bir insanın nail olabileceği nimetlerin hiç şüphesiz en büyüğüdür. Başarıya ulaştıran ancak Allah’tır. -Ali Hüsrevoğlu- (Tanıtım Bülteninden)