Author: | Murat Yildirimoglu | ISBN: | 9781311914194 |
Publisher: | Murat Yildirimoglu | Publication: | November 2, 2013 |
Imprint: | Smashwords Edition | Language: | Turkish |
Author: | Murat Yildirimoglu |
ISBN: | 9781311914194 |
Publisher: | Murat Yildirimoglu |
Publication: | November 2, 2013 |
Imprint: | Smashwords Edition |
Language: | Turkish |
Bir gazeteci, zamanın en ünlü astrofizikçilerinden olan Arthur Eddington’a “İzafiyet kuramını anlayan üç kişinin olduğu söyleniyor, doğru mu?” şeklinde bir soru sormuş. Eddington biraz düşündükten sonra “Üçüncü kişi kim?” diye yanıtlamış.
Doğruluğu bilinmeyen bu anekdot bir şeyi açıkca gösteriyor: İzafiyet kuramı çoğu insan tarafından anlaşılmamış bir şeydir. Kuantum kuramı da öyle. Hatta Darwin’in Evrim kuramı bile yeterince anlaşılmayan bir şeydir.
Peki, niye böyle? Niçin bu kuramları anlamıyoruz? Daha da önemlisi, bu kuramları anlamamız gerekiyor mu?
Özellikle son soru anlamsız gelebilir. “Tabii ki bu kuramları anlamalıyız.” Ben tam tersini düşünüyorum. İnsanların çoğunluğunun bu kuramları bütünüyle anlaması gerekli değildir. Çünkü bilim git gide daha karmaşık, daha ayrıntılı bir duruma gelmektedir ve bir avuç uzman dışında bunları tam olarak anlamak mümkün değildir. Bu saptama sıradan insanlar için olduğu gibi, başka alanlardaki bilim adamları için de geçerlidir. Örneğin, Kuantum kuramının kurucularından biri olan Niels Bohr, bu kuramın ayrıntılarını kardeşi ve üstün bir matematikçi olan Harald’a bile anlatamamıştır. Yine bu kuramın önde gelen isimlerinden Richard Feynman şöyle der: “Kuantum mekaniğini hiç kimsenin anlamadığını söylemenin tehlikesiz olduğunu düşünüyorum. Kendinize “Peki nasıl böyle olabilir?” deyip durmayın, çünkü kimsenin kurtulamadığı çıkmaz sokağa sürüklenip gideceksiniz.”
Peki, durum böyleyse biz ölümlü insanlara düşen nedir? Bu kuramları hiç anlayamayacağımızı kavradıktan sonra ne yapmalıyız? Bilimi anlayamıyorsak bilim ile safsatayı nasıl birbirinden ayırt edeceğiz? Ayırt etmezsek Orta Çağ karanlığına geri dönmez miyiz?
Benim bu konulardaki önerim şu:
Bilimin kendisini değilse bile yapısını, nasıl iş gördüğünü öğrenelim.
Okuduğumuz, duyduğumuz bilgileri öğrendiğimiz yapıyla karşılaştıralım. Bu yapıya uymayanları eleyelim.
Bilimsel ve teknolojik gelişmeleri yeterince kavrayamasak bile hayran olma ve takdir etme yetimizi kaybetmeyelim.
Bu kitap bu üç öneriye uygun olarak yazılmıştır.
Çoğumuz bilimle uzaktan, oldukça amatör şekilde ilgileniyoruz. Böyle olmasının sakıncası da yok. Sonuçta işimizi gücümüzü bırakıp profesyonel fizikçilerin bile kavramakta güçlük çektiği konularla uğraşamayız.
Ama bilimin tarih içindeki seyrini izlemek, günümüzdeki ilerlemeleri takip etmek de gerekli. Ve zevkli. Unutmayalım: Bizler atomlar üzerine düşünen atomlarız. Bizi diğer atom yığınlarından ayıran şey budur.
Bir gazeteci, zamanın en ünlü astrofizikçilerinden olan Arthur Eddington’a “İzafiyet kuramını anlayan üç kişinin olduğu söyleniyor, doğru mu?” şeklinde bir soru sormuş. Eddington biraz düşündükten sonra “Üçüncü kişi kim?” diye yanıtlamış.
Doğruluğu bilinmeyen bu anekdot bir şeyi açıkca gösteriyor: İzafiyet kuramı çoğu insan tarafından anlaşılmamış bir şeydir. Kuantum kuramı da öyle. Hatta Darwin’in Evrim kuramı bile yeterince anlaşılmayan bir şeydir.
Peki, niye böyle? Niçin bu kuramları anlamıyoruz? Daha da önemlisi, bu kuramları anlamamız gerekiyor mu?
Özellikle son soru anlamsız gelebilir. “Tabii ki bu kuramları anlamalıyız.” Ben tam tersini düşünüyorum. İnsanların çoğunluğunun bu kuramları bütünüyle anlaması gerekli değildir. Çünkü bilim git gide daha karmaşık, daha ayrıntılı bir duruma gelmektedir ve bir avuç uzman dışında bunları tam olarak anlamak mümkün değildir. Bu saptama sıradan insanlar için olduğu gibi, başka alanlardaki bilim adamları için de geçerlidir. Örneğin, Kuantum kuramının kurucularından biri olan Niels Bohr, bu kuramın ayrıntılarını kardeşi ve üstün bir matematikçi olan Harald’a bile anlatamamıştır. Yine bu kuramın önde gelen isimlerinden Richard Feynman şöyle der: “Kuantum mekaniğini hiç kimsenin anlamadığını söylemenin tehlikesiz olduğunu düşünüyorum. Kendinize “Peki nasıl böyle olabilir?” deyip durmayın, çünkü kimsenin kurtulamadığı çıkmaz sokağa sürüklenip gideceksiniz.”
Peki, durum böyleyse biz ölümlü insanlara düşen nedir? Bu kuramları hiç anlayamayacağımızı kavradıktan sonra ne yapmalıyız? Bilimi anlayamıyorsak bilim ile safsatayı nasıl birbirinden ayırt edeceğiz? Ayırt etmezsek Orta Çağ karanlığına geri dönmez miyiz?
Benim bu konulardaki önerim şu:
Bilimin kendisini değilse bile yapısını, nasıl iş gördüğünü öğrenelim.
Okuduğumuz, duyduğumuz bilgileri öğrendiğimiz yapıyla karşılaştıralım. Bu yapıya uymayanları eleyelim.
Bilimsel ve teknolojik gelişmeleri yeterince kavrayamasak bile hayran olma ve takdir etme yetimizi kaybetmeyelim.
Bu kitap bu üç öneriye uygun olarak yazılmıştır.
Çoğumuz bilimle uzaktan, oldukça amatör şekilde ilgileniyoruz. Böyle olmasının sakıncası da yok. Sonuçta işimizi gücümüzü bırakıp profesyonel fizikçilerin bile kavramakta güçlük çektiği konularla uğraşamayız.
Ama bilimin tarih içindeki seyrini izlemek, günümüzdeki ilerlemeleri takip etmek de gerekli. Ve zevkli. Unutmayalım: Bizler atomlar üzerine düşünen atomlarız. Bizi diğer atom yığınlarından ayıran şey budur.